Anneyim! Hem de çalışan bir anne!

Anne olduktan sonra hayatımda neler değişti?  

Neredeyse her şey!

Çocuğumu en iyi şekilde yetiştirmek, onun mutlu, başarılı ve huzurlu bir yaşam süreceğini emniyet altına almak en önemli hedefim oldu. Bu hedef uğruna onlarca fedakârlığa katlandım ve katlanıyorum. Tanıdığım tüm anneler gibi…

Bu zordur. Fakat özellikle çocuklarını büyütmekten başka işleri-meslekleri olan anneler bir başka şekilde yaşar bu süreci. Evlatlarının yanında olmak isterler. Öte yandan çocuklarının geleceğidir iş hayatları. İşe gidip gelmek çocuğuna daha güzel bir gelecek sunmaktır. Çalışmak, başarmak, Cihan-Ayşe-Leyla-… Hanım olmak, toplumda annelikten daha prestijli kabul edilen bir yere sahip olmak… bunların hepsi gene çocukla ilgilidir sonuçta. Gurur duyulası bir anne olmayı kim istemez? Ama ya vicdan azabı..? Çocuğu bakıcıya-babaanneye ya da kreşe emanet etmek… İlk adımlarını başkasının görmesi… Başkasının göğsünde uykuya dalması… Hele bir de başkasına ‘anne’ derse? Birçok anne gördüm, yüreği ezile ezile çocuğunun bakıcıya ‘anne’ demesini bakıcının ne kadar iyi olduğuna delil kabul eden. Yüreğinin acısını bu avuntuyla dindirmeye çalışan…

Evladını başkasına bırakıp işe gitmek! Aklının evde kalması! Vicdan azabı! Tüm vaktini evladı ile geçiren diğer annelere biraz haset, biraz öfke, biraz küçümseme ile bakmak! Evladının o gün öğrendiği yeni şeyleri, sanki başkasının çocuğu hakkında konuşur gibi, bakıcıdan-babaanneden dinlemek. Bu iç boğucu liste uzar gider. Birçok ikilem taşır bu süreç! Çalışan anne ne çok sorgular kendini! Ne çok sorgulanır dışardan! İkilem büyüktür. Hissedilen baskı hem duygusal hem ekonomik hem de sosyaldir. Fakat, ne yazık ki, artık işler böyle işliyor.

Oğlumla dolu dolu 18 ay geçirdim. İyi bir 18 aydı, zira iyi bir bağlanma deneyimi yaşadık. Artık yarıda bekleyen tez çalışmalarımı bitirmek vakti geldi diye düşündüm. Bu, benim dışarıda-Ali’den ayrı daha çok zaman geçirmem demekti. Ayrıca evde dahi olsam tüm zamanımı Ali’ye veremeyecektim. Yazılacak, çizilecek, okunacak onca şey vardı.

Sürecin başında, ben de henüz ne yapmam gerektiğini tam bilmiyorken, Ali’den kıstığım zaman fitil fitil burnumdan geldi. Benim herkese parmak ısırtan uyumlu, akıllı, uslu oğlum; huysuz, isteklerini ağlayarak ya da mızmızlanarak anlatan, vuran, elindekini fırlatan kontrolsüz minik bir canavara dönüştü. O kadar hızlı oldu ki her şey! Bu kötüye gidiş yaklaşık bir haftada zirveye ulaştı. Önce anlamadım. ‘Uykusuzken huysuzdur hep, demek ki uykusunu alamadı’ dedim. Ama uyusa da bir, uyumasa da! Sonra, korkunç 2 yaş dönemi geldi ve bu böyle sürecek diye endişelendim. Zira Ali’nin 2 yaş sendromunu hafif şekilde yaşayacağını düşünüyordum. Zira 2 yıldır bir çocuk psikoloğu tarafından yetiştiriliyordu! Madem herkes gibi 2 yaş sendromuna girecekti ben neden bu kadar uğraşmıştım! İliklerime kadar başarısız olduğumu hissediyordum!

Konu hakkında kafa yordum. Diğer uzman arkadaşlarımla görüştüm. Ve işe dönüş sürecinde neyi yanlış yapmış olabileceği sorguladım. Birçok hatam olmuştu bu geçiş döneminde:

Ali’yi bu değişime hazırlamamıştım. Tüm gününü onunla geçiren annesi birden onunla ilgilenmez olmuştu ve Ali bunun sebebini bilmiyordu. Bu ilk hatamdı.

Aralarda, itiraf etmeliyim ki çalışmaktan yorulup ara vermem gerektiğinde, Ali’nin yanına gidiyor, onun oyununu bölüyor ve onu gönlümce sevip koklayıp tekrar işimin başına dönüyordum. (Bunu yazarken yaptığım şeyin vahametinden utandım L. Bu benim kontrolümde gelişen birliktelik hali onun ihtiyaçlarını gidermekten çok benim ihtiyaçlarıma yönelikti. Bu ikinci hatamdı.

Onunla oynarken aklım hep işimde oluyordu. Bir telefon ya da aklıma takılan bir konu olduğunda oyunda kalamıyordum. Onu oracıkta bırakıp işe odaklanıyordum. Ali’den işime saygı duymasını bekliyordum fakat ben ona ve onunla geçirdiğim zamana gereken saygıyı göstermiyordum. Bu da üçüncü hatamdı.

Hatalarımı anlayıp gerekli düzenlemeleri yaptıktan sonra, sadece birkaç günde harika oğlum geri döndü. Öncelikle Ali’ye içine girdiğimiz yeni süreci anlattım. Onun gözlerinin içine bakarak ‘Bu süreçte sen ablanla daha çok oynayacaksın, ben de biraz daha çok çalışacağım, tamam mı!?’ dediğimde gözümün içine bakarak ve başını aşağı yukarı sallayarak onaylaması olağan üstüydü. Ali artık sürecin bir paydaşıydı.

Sabah kahvaltılarında onunla günlük planımızı konuştum. ‘Kahvaltıdan sonra sen ablanla odanda oynarken ben de yukarıda çalışacağım. Sonra ben yanına geleceğim ve birlikte oynayacağız. Sonra sen uyuyacaksın. Tamam mı?’. Beni dinledi, anladı ve onayladı. İş ve zaman bölümü herkesi memnun etti.

Ali ile zaman geçirmek için yanına gittiğimde telefonumun sesini kısıp kendimi tamamen Ali’ye verdim. Yarım saat ya da bir saat; sadece anne oğul olduk. Çok eğlendik. Ben de özlemişim bu coşkulu zamanları.

Bazen Ali, aşağıdan üst kata seslenir ve beni yoklardı. Bilirdim ki beni deniyor. Böyle durumlarda önümdeki işi bitirip birazdan geleceğimi söylerdim. Hemen inmezdim çünkü bunun ona sabrı öğreteceğini bilirdim. Ama çok da bekletmiyorum çünkü o yaştaki bir çocuğun tahammül becerileri henüz tam olgunlaşmamıştır. Sınırlarını çok zorlamadan ona sabrı öğretmek çok daha güzel sonuçlar verir.

Tüm bu anlattıklarım 20 aylık bir çocukla yapılası şeyler değilmiş gibi gelebilir. Emin olun işliyor sistem. Yeter ki tutarlılıkla devam edin yaptığınız şeye. Onu, sizi anlayan, kendi ihtiyaçlarını giderme arzusu olan bir birey olarak görün. Patron hala sizsiniz ama onun da anlamlı bir yere sahip olduğunu ve onu önemsediğinizi ona hissettirin.

Verdiğiniz her şeyi misli ile geri alıyorsunuz çocuklardan. Verdiğiniz her güzel şeyi ve her kötü şeyi…