Bizimki İlk Başlarda Çok Ağladı Ama Alıştı Bir Süre Sonra!

Bizimki İlk Başlarda Çok Ağladı Ama Alıştı Bir Süre Sonra!

Çocuğunuz 3 yaşına geldi. Gözleri merakla dünyayı kolaçan ediyor. Ne denli kırılgan olduğunu unutup sanki maceracı bir kâşif gibi merakla bakıyor etrafına.  Bundan yüreklenip bırakıveriyorsunuz gitsin, keşfetsin diye. Aradan 1 dakika geçmeden sanki başına çok fena bir şey gelmiş gibi ağlayarak size doğru koştuğunu görüyorsunuz. Şimdi bu çocuk anaokuluna hazır mı değil mi?

IMG_3993

‘Bizimki ilk başlarda çok ağladı ama alıştı bir süre sonra.’

‘Valla ben 3 aydır gidip geliyorum okuluna. Hala ağlıyor gitmemek için.’

‘Başlarda çok iyiydi. Ama sonra ne oldu bilmem. Gitmemek için diretiyor her sabah.’

‘Emin olamıyorum bir türlü! Hem sosyalleşsin istiyorum hem de hazır değilse diye çok korkuyorum.’

‘Yaşıtlarının hepsi anaokuluna gidiyor diye ben de acaba göndersem mi diyorum? Yaşıtlarından geri kalsın istemem.’

‘Ben artık ona yetemiyorum. Başka çocukların olmasını istiyor!’

Yukarıdaki cümlelere benzer cümleler kuruyorsanız, çocuğunuzla içinden geçmekte olduğunuz çok kritik bir dönemdesiniz demektir. Bu dönemde alacağınız kararlar onun hem akademik hem de duygusal yaşamına damgasını vuracakİşin bu tarafının farkındasınız fakat sizin için en doğrusunun ne olduğunu bilmiyorsunuz. Öte yandan çok fazla da seçeneğiniz yok.

IMG_3994

Çocuğunuz karnınıza düştüğü ilk ayın sonunda başlıyor öğrenmeye. Sizin kanıksadığınız için fark etmediğiniz milyonlarca ayrıntı onun için şaşırtıcı deneyimler sunan olağan üstü şeyler. Merakı ve dünyaya duyduğu bu ilgi sayesinde fonksiyonel ve sağlıklı bir yetişkin olacak. Bu merak ona bahşedilmiş muazzam bir hediye. Ebeveyn olarak bu merakı desteklemek, ona yol göstermek en temel arzunuz. Bu konuda hata yapma hakkınız olmadığına inanıyorsunuz. Belki de haklısınız.

Çocukları 3 yaş civarındayken neredeyse tüm ebeveynler benzer bir ikilemle yüzleşir. Çocuğunuzun merakını köreltmeden, öğrenme ve sosyalleşme ihtiyaçlarına cevap veren aynı zamanda onu duygusal olarak yıpratmayacak bir ortam. Ülkemizde bunun mümkün olduğu çok az durum vardır. Bu sebeple aylarca süren kurum araştırmanız sonucunda ‘işte bu!’ diyebileceğiniz bir yer bulamayacağınızı anlıyorsunuz ve gezdiğiniz yerler arasında en iyisini seçmek zorunda olduğunuzu fark ediyorsunuz. Kurumu tekrar tekrar ziyaret edip daha iyi tanıma arzunuz, ‘sorunlu ebeveyn’ olarak algılanma kaygınızla engelleniyor. Kurumdakilerin sizi sevmesi ve sizinle olmaktan memnun olması gerek zira miniğinizi onlara emanet edeceksiniz.

Diyelim ki kuruma sıkça gittiniz. Bolca görüştünüz yetkililerle. Hatta öğretmen bile sizinle uzun uzadıya görüştü. Anlatılanların gerçekte var olup olmadığını anlamak için gözlem yapmak istediğinizde işte ‘sorunlu ebeveyn’ damgasına çok yaklaştınız demektir. Zaten ebeveynlerden gelen bu tip uzun dönemli gözlem talepleri çeşitli nedenlerle çoğunlukla reddedilir kurumlar tarafından.

Bir kurumu tanımak için kuruma sormanız gereken kritik bir soru var: ‘Nasıl alıştıracaksınız çocuğumu?’ ya da ‘ Ağlarsa ne yapacaksınız?’. Bu soru kurum hakkında çok şey söyler. Şayet ‘Siz bırakın gidin, o ağlar ağlar, alışır, merak etmeyin!’ derlerse oradan sakince uzaklaşın. Zira hayatının tümünü (3 yıl 🙂 ) annesinin güvenli kucağında geçirmiş bir çocuğun, ne denli dışa dönük bir yapısı da olsa, ebeveyninden aniden koparılıp, yabancı kişiler tarafından kapalı kapılar ardına alınması travmatik bir deneyimdir. Evet, tüm çocuklar buna alışır. Kimi bir haftada, kimi bir ayda kimi daha uzun sürede, eninde sonunda, ağlaya sızlaya alışırlar bu ayrılığa. Tıpkı bizler gibi. Biz yetişkinler de en sevdiğimiz yakınımızı kaybettiğimizde bir süre ağlar sonra da bu acı ile yaşamaya alışırız. Çocuklar da annelerinin kendilerini bilmedikleri, tanımadıkları kurumlara bıraktıklarında terk edilmişlik, yalnızlık ve çaresizlik hissederler. Zamanla bu duruma alışırlar fakat bunun izleri yaşam boyu üzerlerinde kalır. Peki, doğrusu nedir? Doğru olan ebeveynin de çocukla birlikte kurumda kalması, gerekirse etkinliklere birlikte katılması, sistematik ve yavaş bir alıştırma süreci ile hem kurum hem de kurumdaki insanlar tanış hale getirildikten sonra ebeveynin yavaşça çekilmesidir. Bu hem ebeveynin kurumu tanımasını sağlar hem de kuruma güveni artırır. Bazen kuruma çok güzel adapte olmuş çocuklarda hastalık, akran şiddeti ya da bir kâbus nedeniyle, kaygı oluşabilir ve bu çocuk tekrar kuruma gitmeye direnebilir. Bu tip durumlarda da aynı hassasiyetle hareket edip çocuğun ihtiyacını gidermek gerekir.

Kurumların neden böyle uygulama yapmadıkları merak ediyor olmalısınız. Sanırım birkaç farklı sebebi var: Ebeveynler çok yoruldukları için çocuklarına okulda da eşlik etmek istemeyebilir. İş ya da diğer önemli meşguliyetler sebebiyle ebeveynler çocuklarına eşlik edemeyebilir. Kurumlar, sistemlerine her an müdahale edebilecek yetişkinlerin içeride olmasını istemiyor olabilir. Bir çocuğun ebeveyninin kurumda olamayacağı günlerde çocuk diğer ebeveynleri görüp üzülmesin diye olabilir. Başka birçok sebep olabilir. Sebep ne olursa olsun, emin olduğumuz bir şey var:  Erken çocukluk dönemi yaşamda kim olacağımızı belirleyen kritik bir gelişim dönemidir ve miniklerimizi önlenebilir travmalardan korumamız gerekmekte.

Bunun için ülkemizde erken çocukluk eğitiminde alternatif modellerin sayısının artması,

Ebeveynlerin çocuklarını emanet ettiği kişi ve kurumları daha yakından tanıma, gözlemleme şansına sahip olması,

Dileyen ebeveynin eğitim modelinin parçası olabilmesi,

Çocukların bilişsel gelişimleri kadar ruhsal ve fiziksel gelişimlerini de önemseyen kurumların sayısının artması,

Kurumlarda çocuk güvenliği konusunda gerekli denetimlerin daha kontrollü bir şekilde yapılması,

Her şeyden önce ebeveynlerin tüm bunları talep ediyor olması gerekmekte.

Gelişim Psikolojisi Uzmanı
Cihan Züleyha Aydın Özdemir